Atatürk’ün 86 yıllık kehaneti:
1922 yılında, Mustafa Kemal Atatürk, Konya’ya
yaptığı ziyarette bir medreseye gittiğinde orada bulunan bir molla,
medreselerin sayısının arttırılmasını ve medrese öğrencilerinin askere
alınmamasını rica eder. Bunun üzerine kendini tutamayan Atatürk,
özelikle bu askere alma meselesine karşı olan mollaya kesin bir ifadeyle
cevap verir:
"Ne o, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup
etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan
içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için
canlarını feda ederken siz burada, genç sapasağlam delikanlıları besiye
çekmişsiniz! Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir
vereceğim..."
Mustafa Kemal, medreseden ayrıldıktan sonra yanındaki Sovyet Rusya Elçisi Aralov’a otomobilde şu açıklamayı yapar:
"Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım!
Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflarından yoksun
edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi,
belki de daha çoğu vakıftır. Bu vakıflar mollaların yaşama
kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır.
Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar"
Atatürk,
Aralov’a medreseler hakkında bilgiler vererek, Anadolu topraklarında
halen delikanlıları askerden kaçıran on yedi bin medrese bulunduğunu
söyler. Atatürk, bu ülkeyi mollaların dualarının değil, Türk askerinin
dökülen kanının kurtardığını, başka vesileler ile başka yerlerde de dile
getirir. Buna karşılık bu dinci molla takımı, ülkenin dört bir yanı
işgal altında iken, askeri gücün oluşmamasını engellemeye
çalışmaktadırlar. Ki; bu zihniyet ne yazık ki hiçbir zaman
değişmemiştir..." (9).
Mustafa Kemal Atatürk’ün günümüzden 86 yıl önce
Konya’da Türkiye’deki medreseler hakkında Sovyetler Birliği’nin Ankara
Büyükelçisi Aralov’a söylediği; "Savaş sona erince onlarla daha ciddi
konuşacağım! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflarından
yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte
ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu vakıflar mollaların yaşama
kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır.
Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar" sözü
ile başta iki üç gün önce çökerek 18 genç kıza mezar olan Balcılar
Kasabası Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği’nin kaçak binası
arasında bir ilişki yoktur diyebilir misiniz? Keşke diyebilseydik.
Mustafa Kemal Paşa bundan tam 86 yıl önce Balcılar
Beldesi’ndeki olayı tahmin etmiş gibidir sanki. Hem Balcılar’daki kaçak
Kur’an Kursu’nu, hem de İstanbul’un Kasımpaşa semtindeki Büyük
Piyale Kur’an Kursu ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Binası’nı.
Allah’tan İstanbul Belediyesi popülizm yapıp Piyale Paşa Kur’an Kursu’nu
yıkmaktan imtina etmedi de ülkemiz ikinci bir Balcılar faciası
yaşamaktan kurtulmuş oldu. Şimdi anladınız mı Süleymancı Cemaati ve
benzeri dini cemaatlerin Büyük Atatürk’ü neden sevmediklerini? Keşke
onun ilkelerine sahip çıkabilseydik de, ülke topraklarını ve bu ülkenin
zenginliklerini bu tür kan emici grupların süflî emellerine kurban
etmeseydik...
Bu anlatılanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın laiklik
ilkesini neden o denli istediğinin sebebini de açıklıyor aslında. O, din
adına ve dini kullanarak dünyalık peşinde koşanların farkındadır ve
hayatı boyunca bu çarkı ortadan kaldırmak için uğraşmıştır. Ayrıca
Mustafa Kemal Paşa’nın "bu ülkeyi mollaların dualarının değil, Türk
askerinin dökülen kanının kurtardığı" şeklindeki söylemi tam da Yavuzca
bir söylemdir...